Herkes payına düşeni yaşarmış…
Bizler 80 ve 90 versiyonları geçmişe duyulan özlemin halâ gölgesinde yaşatıyoruz anıları.
Oscar Wilde’ın çok beğendiğim bir sözüdür “Geçmişin bize güzel görünmesine sebep onun gelip geçmiş olmasıdır. ”
Malesef tatlı bir meltem rüzgarı gibi sessiz sedasız geçip gitti..
Birde mutluluğun tarifini bilmek, seviyesini ölçmek gerekli! sonrası, süt liman zaten…
Değerler kaybedildiğinde kaybettiklerinizde dönmeyince kıymete binermiş.
Bugün bolluğun içinde nefes almakta zorlanırken, eskiden huzur ve samimiyetin var olduğu yokluk ne akla gelir ne de göze batardı..
Büyük, küçük hepimizin ortak sevinciydi bayram günleri. Çocukluğumuzda dört gözle beklenir, gelmeden heyecanı kaplardı minik yüreklerimizi.
Neşe dolu bir telaş sarardı evin büyüklerini.
Bir yandan bitmeyen bayram temizliği, diğer yanda fırındaki baklava, şekerpare..
Evladiyelik şekerlikler, ışıl ışıl parlayan birbirinden değerli gümüş tepsiler o gün çıkardı gün yüzüne..
Aralanan çeyiz sandıklarındaki el işi, göz nuru, oyalı peşkirler yıkanır kolalanırdı.
Çarşılarda büyük bir bayram kalabalığı olur evin hanımları alışverişin yolunu tutarlardı. Evin ve bizim eksiğimiz, gediğimiz alınırdı.
Günümüzdeki gibi hazır kıyafetler bu kadar çok olmadığı için o dönemlerde terzi önlerinde uzun kuyruklar olur. Ölçüler, siparişler verilirdi.
Minicik yüreklerimiz heyecandan kanat çırpar. Beklemek bile ayrı özlemdi..
Üst baş düzülür. Olmazsa olmaz kırmızı rugan ayakkabılar, kurdaleden çoraplar, fiyonklu saten tokalar, adımızın baş harfi yazılı mendillerimize varana dek tedarik edilirdi.
Neler vardı neler… Sakızlı lokumdan, cevizli sucuğuna, cam gibi rengârenk şekerlemelerden, badem ezmelerine kadar. Aramızda kalsın yoktu horoz şekerimin, pamuk helvamın üzerine..
Evler, bahçeler misafirlere hazırlanır, dip köşe su dök yala yıkanır temizlenirdi.
Tüm günün ardından yorgunlukları yüzlerinden okunsa da büyüklerimizin gülümsemenin, eksik olmadığı gözlerindeki mutluluğu hissederdik.
Uzun ve bir o kadar da yorucu günün ardından yatmadan tırnaklar kesilir, yıkanılır bayram sevinci ile girerdik yataklara.
Kırmızı ruganlar yastık altında, bayramlıklarsa ayak ucunda sabahı zor ederdik.
Beklenen gün gelmiş, gün ağarmış, pencereden içeri giren güneş ve kuş sesleriyle yanaklarımıza düşerdi gamzeler.
Kıyafetler giyilmiş, tüm ailenin bir arada olduğu kahvaltılar edilir sonrasında nene ve dedelerimiz ve bayram namazından dönen babalarımızın ellerinden öpülür dualar alınırdı.
Eve gelen misafirlere kolonya ikramını çocuklar yapardı.
Akraba, konu komşu ziyareti sonrası deli sana misali atardık kendimizi sokaklara.
En kıymetli ganimetimiz bayram harçlıklarıydı. Aile fertleri kapı kapı gittiğimiz konu komşudan aldığımız hediyeler yüzümüzü gülümseten güzelliklerdi.
Bizler bunları görerek, öğrenerek, tadarak yaşardık her anını.
İşte bu nedenle daha bayram gelmeden,
” NERDE O ESKİ BAYRAMLAR” diyerek yâd ediyoruz.
YAZAR: Meliha ATEŞ