Günümüzde şehirlerimizde pek çok farklı hizmet sunan belediyelerin işleyişi ve öncelikleri, zaman zaman ilgi çekici tartışmalara konu olabiliyor. Son zamanlarda halk arasında “Çorbacı Belediye” olarak adlandırılan ve özellikle çorba dağıtımını ön plana çıkaran belediyelerin yükselen popülaritesi, çeşitli eleştirilere yol açıyor gibi görünüyor. Ancak, bu durumu sadece yüzeysel bir bakış açısıyla ele almak yerine, daha derinlemesine bir perspektif sunmak istiyorum.
Öncelikle, “Çorbacı Belediye” ifadesi belki de birçoğumuzun gülümseten bir tebessümle karşıladığı bir benzetme. Ancak, altında yatan gerçekleri anlamadan hızlıca bir yargıya varmak pek adil olmayabilir. Belediyelerin hizmet yelpazesi oldukça geniştir ve toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenir. “Çorbacı Belediye” olarak adlandırılan yerlerde çorba dağıtımı, genellikle ihtiyaç sahiplerine yönelik bir dayanışma örneği olarak düşünülmelidir. Hemen yanlış anlamayın.
Birçok insan için bu tür yardım programları gerçekten hayat kurtarıcı olabilir. Özellikle ekonomik zorluklar içinde olan aileler ve evsiz bireyler için sıcak bir çorba, sadece midesini değil, aynı zamanda umutlarını da ısıtabilir.
6 şubat depreminin 2’inci günü sabah erkenden Hatay’da bulundum. Şehir neredeyse yıkılmış, insanlar çaresiz ve kaos ortamı… Türkiye’nin her yerinden yardımlar gelmiş ancak koordinasyon yüzünden şehrin dışında bekliyordu. 2’inci günü ikindi vaktinde koordine edilen yardımlar şehre girmiş adeta her köşe başında belediyelerin, firmaların, hayırsever vatandaşların açtığı yemek ve çorba stantları vardı. Depremzedeler ve yardıma gelen insanlar için o kadar fayda sağladı ki, bazen öyle kareler gördüm, konu çorba değildi. Çorbayı uzatan ağlıyor, alan ağlıyor, izleyen ağlıyor. Orada bir dayanışma ruhu, yardımlaşma ruhu, Sizin Yanınızdayım’ın vücut bulmuş halini herkes görebiliyordu.
İsmini cismini bilmediğimiz köylerden kamyon kamyon eşya ve yiyecek geliyordu. Herkes bir nedenle oradaydı… “Yardım etmek” bu yüzdendir, orada bulunan herkesle sanki takım arkadaşıymış gibi ya da yıllardır görüşmeyen bu yüzdende birbirlerine kırık olan denk gelince birinin laf atmasıyla sıkı sıkıya birbirine sarılan dostlar gibiydi insanlar.
Aşçısından, kepçecisine, işçisinden, müdürüne kadar orada olan belediyeler deprem bölgelerinde kendilerini hissettirdiler sağ olsunlar. Böylelikle toplumun en savunmasız kesimlerine el uzatmanın ve dayanışmayı pekiştirmenin bir yolu olarak bu tür faaliyetler konusunda belediyelerin önemi bir kez daha anlaşılmış oldu.
Tabi ki, bir belediyenin hizmetlerini sadece çorba dağıtımıyla sınırlaması eleştirilere neden olmaktadır. Afet durumlarında ve özel günlerde yapılınca göze batmayan bu sosyal yardım, hizmetinde eleştirilen belediyelerde göze batmaktadır. Belediyeler, geniş bir yelpazede hizmet sunarken, yerel ihtiyaçları karşılamaya çalışırken bazen belirli alanlara daha fazla vurgu yapabilir. Şehrin yolları insanları bezdirse bile, 2 yıllık otomobiller 20 yaşındakiler gibi takur tukur ötse bile, toplu taşımada böbrek taşlarımız düşse bile, kaldırımlarımız ve yaya yollarımız esnafların dükkanı olsa bile, çevremiz, doğamız, tarım arazilerimiz, yeşilimiz sermayeye peşkeş çekilse bile, sosyal anlamda kendine muhalefet olana düşman gözüyle bakılsa bile, biraz yalamayı bilenler baş tacı yapılsa bile, sosyal yardım yani “çorba” öne çıkabilir…
Eskiler der “bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır “
Üzerini çizeceğim önemli bir deyiş daha var, “Ekmeğini yemek “… Babam uzak bir akrabasına “onun ekmeğini çok yedik. Zor zamanda bize ekmek verdi, yedirdi içirdi, o yüzden onlara kızsam da bir şey diyemem” derdi. Bu bir vefadır. Bu vefa bizim toplumumuzda çok yaygındır. Bir kahvenin bile hatırını sayan bizler bir tas çorbanın da hatırını sayarız.
Ama biz birazda muhtaçlara dağıttığınızdan değil de zenginlere de dağıttığınız çorbadan içmek istiyoruz…