Doğu Akdeniz’de, kamuoyunun büyük kısmının gözünden kaçan ancak bölgesel dengeleri kökten değiştirme potansiyeli taşıyan kritik bir gelişme yaşanıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Lübnan arasında imzalanan deniz yetki alanları anlaşması, uzmanlar tarafından yeniden ve dikkatle inceleniyor. GZT’de yayınlanan analiz programında harita başına geçen Topkapı Üniversitesi Öğretim Üyesi Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, bu anlaşmanın arka planında yatan stratejik hedefleri ve Türkiye ile KKTC’ye yönelik etkilerini değerlendirdi.
Uzmanlar, anlaşmanın basit bir teknik düzenlemeden çok daha öte anlamlar taşıdığı ve **Kıbrıs meselesinin geleceğini doğrudan etkileyecek bir hamle olduğu konusunda uyarıda bulunuyor.
Teknik Bir Anlaşmanın Ötesinde: Siyasi Bir Üstünlük Mücadelesi
Söz konusu anlaşma, ilk bakışta iki komşu devlet arasında deniz sınırlarını belirleyen rutin bir diplomatik adım gibi görünse de, Cihat Yaycı’nın da altını çizdiği gibi, durum çok daha karmaşık. GKRY’nin, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında ve tüm adayı temsil ediyormuş gibi hareket etmesi, anlaşmanın en tartışmalı yönünü oluşturuyor. Bu yaklaşım, uluslararası toplum nezdinde KKTC’yi ve dolayısıyla adadaki Türk varlığını görünmez kılmayı ve Türkiye’yi denklem dışında bırakmayı hedefliyor.
Haritaların Dili: Türkiye’nin Hareket Alanı Nasıl Daraltılmak İsteniyor?
Müstafi Tümamiral Cihat Yaycı’nın harita üzerinden yaptığı analiz, anlaşmanın somut coğrafi sonuçlarını gözler önüne seriyor. Çizilen sınırlar, özellikle Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak iddia ettiği ve enerji arama faaliyetleri yürüttüğü alanları kısıtlayacak şekilde tasarlanmış gibi duruyor.
Bu durum, Türkiye’nin bölgedeki doğal gaz arama çalışmalarını ve deniz yetki alanı anlaşmalarını (özellikle Libya ile yapılan mutabakat muhtırasını) zora sokma potansiyeli taşıyor. Harita üzerindeki çizgiler, sadece hukuki bir tartışmanın değil, aynı zamanda **enerji kaynaklarına erişim ve denizlerdeki hakimiyet mücadelesinin** de sınırlarını çiziyor.
Enerji ve Egemenlik: Deniz Yetki Alanlarının Gerçek Anlamı
Doğu Akdeniz, zengin hidrokarbon yatakları nedeniyle son 15 yıldır küresel enerji jeopolitiğinin odak noktalarından biri haline geldi. GKRY-Lübnan anlaşması da bu bağlamda değerlendiriliyor. Anlaşma ile belirlenen alanlar, gelecekteki doğal gaz keşif ve üretim ruhsatlarının temelini oluşturacak.
Bu nedenle, anlaşma teknik bir sınırlandırmadan öte, bölgedeki enerji pastasından pay kapma yarışında kritik bir taş olarak görülüyor. GKRY’nin bu tek taraflı girişimi, Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrini çerçevesindeki hak ve çıkarlarını doğrudan tehdit ediyor ve bölgedeki gerilimi daha da tırmandırma riski taşıyor.
Yaycı’dan Kritik Uyarılar
Cihat Yaycı, bu sürecin “sessizce” ilerlemesinin kamuoyunun dikkatinden kaçtığına, ancak sonuçlarının çok ağır olabileceğine dikkat çekiyor. Yaycı’ya göre, bu tür adımlar atılırken Türkiye ve KKTC’nin haklarının tamamen yok sayılması, uluslararası hukukun çifte standarda maruz kaldığının bir göstergesi.
Analistler, Türkiye’nin bölgedeki diplomatik ve askeri varlığını güçlendirerek bu tür tek taraflı hamlelere karşı koymaya devam edeceğini öngörüyor. Önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin Libya ve diğer bölge ülkeleriyle yaptığı anlaşmaları daha da güçlendirmesi ve uluslararası platformlarda bu hukuksuzluğu teşhir etmeye yönelik hamleler bekleniyor.
