
Hayriye Koy Sofrayı
“Ben onların ekmeğini yedim” deyimi ülkemizde kültürel anlamda karşılık bulan bir sözdür .vefa içeren bu laf kültürümüzde ahde vefa anlamında geçmişte dedemizin babamızın yaptığı iyilikleri unutmayan insanların hatalar yapsak da bize karşı vefalarını göstermede önemli bir değerdi.
Bir insanın en büyük borcu nedir? Ne hırs ne zenginlik… Unutulan bir iyilik, ödenmemiş bir vefa borcudur belki de en ağır yük. Bugün o yükü taşımayan kalmadı neredeyse. Zaman değişti, insan değişti. Ama bir zamanlar, bu topraklarda, “Ben onların ekmeğini yedim” diyen insanlar vardı. O ekmek, sadece karın doyurmazdı; dostlukları, kardeşliği ve insanlığı beslerdi.
Dedelerimiz, babalarımız başkalarının sofrasına oturduklarında sadece bir dilim ekmek değil, bir ömürlük minnet alırlardı. Ve ne olursa olsun, o minnetin gereği yapılırdı.
Bu cümleyi hafife almayın !
Babam gelen misafirlerine karnınız aç mı ? diye sormadı hiç bir zaman . Dediği tek bir cümle vardı “Allah ne verdiyse”
“Hayriye koy sofrayı ”
Biz bu cümle ile büyüdük gelen misafir karşında yedirdik içirdiridik...
Hatalar yapardık, yanılırdık; ama karşımızdaki insanlar bize sırt dönmezdi. Çünkü “ben onların ekmeğini yedim” diyebilmek, bir nevi gönül borcunu kabul etmekti. Bugün bu cümleyi duymak, geçmişin bir yankısı gibi gelir kulağa. Çünkü artık kimse aynı masada oturup ekmeğini paylaşmaz gibi… Paylaşmak, karşılık beklemek değil, o ekmeğin ağırlığını omuzlarında taşımaktır.
Vefanın en güzel anlamıdır bu. İnsan bir lokmaya ne çok şey sığdırır, bir düşünün. Bir ekmek parçasında saklı onca anı, iyilik, bağışlama, dostluk… Herkes hatalar yapar, ama o ekmeği paylaşanlar asla birbirini terk etmez. İşte bu yüzden, dedemizin, babamızın yediği o ekmek, sadece bir sofranın değil, koca bir ömrün simgesidir. Ve o ekmeği unutan, aslında geçmişi ve insanlığı da unutur.
Bugünlerde hepimiz biraz unutmaya meyilliyiz. Oysa “ekmek yedik” diyebilmek, vicdanımızı diri tutan bir hafızadır. Bu toprakların en kadim sözü, vefanın adıdır. Unutmayalım, o ekmekten payımıza düşen, sadece doymak değil, iyiliği ve vefayı yaşatmaktır.