Geçtiğimiz günlerde Marmara denizinde dev bir hamsi balıkçıların ağlarına takılmış. 8 metre uzunluğunda 6 ton ağırlığındaki hamsiyi tekneye çıkartamayan balıkçılar ağları denize bırakmak zorunda kalmışlar desem de inanmayın. Bir balıkçı kentinde büyümenin etkisiyle biraz bizde palavra haberlerle kahvehanede elli kişiyi başına toplayan yalancı balıkçı gibi toplayıp, Marmara’nın ve tüm denizlerimizin karalarımızın içinde yaşayanları ilgilendirecek bir konudan bahsetmek istiyorum. Yakında yapılması planlanan, seçimden ve galibiyetinden ve yine neyin uğraşını verdiğimizden bahsedeceğim. Bence 8 metrelik hamsiden daha önemli.
Buyrun asıl konuya : )
Seçim sandıklar açıldığında halkın yarısı sevinç çığlıkları atarken, diğer yarısı derin bir sessizliğe gömülür. Kimileri balkon konuşmaları dinler, kimileri içinden “Bu ülke adam olmaz” diye geçirir. Demokrasi böyle bir şey midir? Bir tarafın kazandığı, diğer tarafın sustuğu bir düzen mi?
Türkiye gibi imparatorluk geçmişine sahip, biat kültürünü damarlarında taşıyan toplumlarda demokrasi hiçbir zaman sarsılmaz bir yapı olamadı. Bir sabah uyanırız, bir bildiri okunur, sokaklar sessizliğe gömülür. Bir başka sabah uyanırız, özgürlük vaatleriyle dolu afişler her köşe başını süsler. Ama esas soru şu: Biz gerçekten ne istiyoruz?
Korkunun Adı Hürriyet
İlk kez bir halkın kendi kaderini tayin hakkı kazandığını düşünelim. Yüzyıllardır yönetilmeye alışmış bir topluluk, bir gün yönetmeye karar veriyor. Ama nasıl? Bir memur odasında, bir kahve köşesinde, bir aile sofrasında fısıltıyla konuşulan şu cümle, aslında her şeyi özetliyor: “Bu iş böyle gitmez ama sesimizi çıkarırsak başımıza iş alırız.”
Korku, demokrasinin en büyük düşmanıdır. Çünkü demokrasi, yalnızca oy vermek değil, aynı zamanda hesap sormaktır. Ama yüzyıllardır biat edilmiş bir mekanizmaya hesap sormak, onun adaletini ve merhametini sorgulamak… İşte bu, kulağa hala yasaklı bir cümle gibi gelmektedir.
Cumhuriyet kurulurken halkın büyük bir kısmı, demokrasiyi bir kurtuluş değil, bir kaos nedeni olarak gördü. Ne zaman özgürlüklerin alanı genişlese, bir kesim “Bu kadar da fazla” dedi. Ne zaman baskılar artsa, diğer bir kesim “Böyle olmaz” diye haykırdı. Demokrasi, bir türlü herkesin aynı anda inanacağı bir gerçek olamadı.
Sorgulamadan Kabullenmek
Bir lider çıktığında, insanlar ona umut bağlar. Onu sorgulamak yerine ona inanır .Çünkü biat etmek, sorgulamaktan daha kolaydır. Çünkü yöneticileri mucizeleri olan kişiler gibi görmeye alışmıştık. Cumhuriyet, padişahları kaldırdı ama padişah ruhunu içimizden atamadı.
Bir zamanlar “Padişahım çok yaşa!” diyenler, bugün “Liderimiz ne derse o!” diyor. Biat kültürü sadece şekil değiştirdi, ruhu ise hep aynı kaldı.
Darbeler, Krizler Demokrasi’nin Düşmanları
Ne zaman demokrasi biraz filizlense, rüzgâr sert esti. Bazı kesimler gidişatı beğenmedinde, sokaklarda tanklar yürüdü. Halkın iradesine müdahale edilince, kimisi alkışladı, kimisi ağladı. İşte burada en trajik sahne ortaya çıktı:
Darbeye sevinen bir halk!
Kendi özgürlüğünü, güvenlik uğruna feda eden milyonlar… “Bize özgürlük fazla!” diye düşünenler… “Demokrasi, ekmek getirmiyor!” diyenler… demokrasiye verilen reaksiyonun en karanlık yüzü buydu. Sandık, bazıları için umut, bazıları için bir tehdit oldu. Ve o sandığın başına her gittiğimizde, şu soruyu sormamız gerekiyordu.
“Gerçekten mi seçiyoruz, yoksa bize verilen seçeneklerden birini mi onaylıyoruz?”
Demokrasi, bir hayal gibi yaşanıyor. Ona inanır gibi yapıp sonra korkularımızla baş başa kalıyoruz. Her seçimden sonra kazanan, mağlubu sindirmeye çalışıyor. Kaybeden, “Bu halk cahil!” diyerek öfkeleniyor. Demokrasi, bir “intikam aracı” oldu. Oysa demokrasi, yalnızca kazananın değil, kaybedenin de hakkını koruyan bir sistem değil miydi?
Bugün demokrasiyi sorgularken, şunu sormak zorundayız:
Demokrasi, gerçekten içselleştirilmiş bir değer mi, yoksa Batı’nın bize sunduğu bir vitrin mi?
Halk, demokrasiyi gerçekten mi istiyor, yoksa düzenin devam etmesini mi?
Ve en önemlisi… Demokrasi dediğimiz şey niye lastik gibi oldu.
Belki de cevap çok basit: Çünkü demokrasi, halkın gerçekten istediği bir şey olmaktan çok, gerektiğinde savunduğu ama çoğu zaman terk ettiği bir olgu oldu gibi.
Ve en dramatik olanı şu:
Demokrasi, onu gerçekten isteyenlerin değil, onu kaybettiğinde özleyenlerin rejimi oldu.
Bilemeyiz ! belki değişen dünya ve toplumlar küresel anlamda yeni sistemler getirir. Belki ABD , AB ve Rusya kutuplaşmaları biter sınırlar değişir. Belkide ABD dünyayı ele geçirir Dünya Birleşik Devletleri’ni kurar yada Rusya nükleer savaş başlatır tüm insanlık kırılabilir ve kabile yönetimlerine geçebiliriz yada yapay zeka insanlığı ele geçirir köle oluruz…( biraz kölesi olduk gibi)
Artık insanlığın nereye gidebileceği kestirmek zorlaşıyor.
Bir ihtimal daha var ! Belkide dünyayı uzaylılar ele geçirir bizi başka bir gezegene atarlar : )
YAZAR: Eyüp DEMİREZEN