Bir yönetici, toplumu yönetirken matematiksel düşünebilir mi? Elbette. Ancak bu matematik, basit bir denklem gibi işlemiyor. Toplumu yönetmek, herkes için aynı formülü uygulamak demek değildir. Çünkü toplum, sayılardan değil, duygulardan, geçmişten, kültürden ve hikâyelerden oluşur. Eğer yöneticiler herkesi aynı kefeye koyarsa, kimi zaman adaletin yerini adaletsizlik alır.
Düşünün, bir kasabanın tek okuluna iki öğrenci gelir. Biri varlıklı bir ailenin çocuğudur, her sabah kahvaltısını yapmış, sırtında yeni çantasıyla gelir. Diğeri ise yıpranmış ayakkabılarıyla, aç karnına sırasına oturur. Eğer öğretmen ikisine de “Aynı şartlardasınız, aynı sınavdan aynı başarıyı bekliyorum” derse, bu adil olur mu? Oysa gerçek adalet, dezavantajlı çocuğa destek olmayı, onun yarışa geriden başlamasını görmezden gelmemeyi gerektirir.
Ya da bir belediye düşünelim. Şehir merkezindeki yollar, parklar düzenlenirken, şehrin kıyısında yaşayan yaşlı, engelli ya da ekonomik olarak zor durumda olan insanlar unutulursa, yönetimin matematiği eksik kalmaz mı? “Herkese eşit hizmet veriyoruz” demek, herkese adil hizmet verildiği anlamına gelmez. Çünkü bazılarının ayağa kalkmak için ek bir desteğe ihtiyacı vardır.
Liyakat sahibi bir yönetici, toplumun farklı kesimlerini analiz edebilmeli, kimin nerede zorlandığını görebilmeli ve buna göre kararlar almalıdır. Eğer yönetim, yalnızca kuru bir matematikle ilerlerse, insan unsuru kaybolur, toplumun dezavantajlı kesimleri için hayat daha da zorlaşır. O yüzden yöneticiler, yalnızca sayıları değil, insanların hikâyelerini de bilmeli. Çünkü insanı anlamayan bir yönetim, eksik bir yönetimdir.
YAZAR: Eyüp DEMİREZEN