
Ölüyoruz…!
Ölüm… Ne kadar eski, ne kadar tanıdık bir kelime. İnsanlık var olduğundan beri peşimizde. Antik çağlardan günümüze kadar her kültür, ölümün karşısında bir anlam aradı. Kimimiz ölüm sonrası yaşam için mezarlarımızı süsledik, kimimiz onu bir son değil, bir başlangıç olarak gördük. Ama her ne şekilde anlamlandırırsak anlamlandıralım, ölüm hep kaçınılmazdı. Öyle olması gerekiyordu.
Ama şimdi, modern dünyada, ölüm sadece kaçınılmaz değil. Artık ölüm, ihmallerin, çıkarların ve kayıtsızlığın bir sonucu. Ölüm, bizim seçimlerimizle zamansız hale geliyor. Bir düşünün…
Dün Bolu’daki otel yangını… İnsanlar güvenli bir tatil yapmayı hak etmiyor muydu? Ama maliyet düşük olsun diye yanıcı malzemelerle yapılan bir cephe,hala olup olmadıgı belli olmayan yangın merdiveni,yangın uyarıcıları,söndürücüler…Onlarca insan gecenin yarısında öldü. O insanların ölümü, bir doğa yasasının değil, insan bencilliğinin eseriydi. Malesef basınımız öyle laçka hale gelmişki (sözde bir düzine kanun ve düzenleme yapıldı) doğru ve gerçek haber yapmak imkansız hale geliyor. Kopyala yapıştır haberciliğinin sonucu bu. Aklımızın köşesinden acaba ölü sayısı doğrumu diye geçiyor .
Soma maden faciası… O işçiler gerçekten ölmeli miydi? Yerin yüzlerce metre altında, basit bir güvenlik önlemi alınmadığı için hayatlarını kaybettiler. Bu onların kaderi miydi, yoksa bizim ihmalkârlığımız mı?
Ve biz, toplum olarak… Ne yapıyoruz? Birkaç gün öfkeleniyoruz, birkaç gün üzülüyoruz. Belki sosyal medyada birkaç paylaşım yapıyoruz. Ama sonra her şey unutuluyor. Ölüm, bir istatistiğe dönüşüyor; insanlar rakam oluyor. Soma’da “301 şehit” diyoruz mesela. Ama o 301’in her biri bir hayat, bir hikâye. Arkalarında aileler, yarım kalmış hayaller var. Bizse sadece sayılarla konuşuyoruz.
Kabul ediyorum, ölümden kaçamayız. Doğa yasasıdır bu. İnsan doğar, büyür ve ölür. Ama doğa yasasını kabullenmek başka, insan eliyle yazılan trajedilere boyun eğmek başka. Biz ikinciyi yapıyoruz. Kuralları eksik bırakıyor, denetimleri gevşetiyor, “masrafları azaltalım” derken insan hayatını hiçe sayıyoruz.
Sahi, vicdanlarımız bu kadar sessiz kalabilir mi? Bir insanın canı bu kadar mı değersiz olur? Belki de sorun bu; ölümle ilgili ritüellerimiz var ama ölenlere karşı gerçek bir sorumluluk duygumuz yok. Oysa her ölüm, bize bir şey hatırlatmalı: Bizim bu dünyadaki yerimizi, sorumluluğumuzu. İnsan olmak, sadece yaşamak değil; başkasının yaşam hakkını da korumaktır.
Ama ne yapıyoruz? Ölümleri normalleştiriyoruz. Siyasetçiler sorumluluğu birbirine atıyor, medya birkaç gün gündem yapıp sonra unutuyor. Toplum olarak biz de unutuyoruz. Sanki unutmak, olanları hiç yaşanmamış gibi gösterecek. Ama göstermez. Her unutulan ölüm, bizim insanlığımızdan bir parça koparır.
Peki, bundan sonra ne olacak? Bugün sessiz kaldığımız ölümler, yarın bizim kapımıza geldiğinde ne yapacağız? Bu soruyu kendimize sormaktan ne kadar kaçabiliriz? Çünkü her ölüm, sorulmamış bir sorunun cevabıdır: “Kim suçlu?” Ve bazen, bu sorunun yanıtı aynada gördüğümüz yüzdür.
- YAZAR: Eyüp DEMİREZEN